uzun uzun dünümü
anlatayım..
taksim’de işim vardı, çıktım durağa gittim, toplu taşımacıyım ben, güneşli
güzel bir gün, arabalar karmaşa içinde sağa sola gitmeye çalışıp pek
gidemiyorlar, çirkin çirkin sesler çıkarıp günü bölüyorlar. durağımızın kedisi
de bankta uyukluyor, güneşten nimetleniyor, bizim durağın hep bir kedisi olur,
bu tüyleri yüzünden şişko görünen gri bir tekir, daha önceki siyah beyazdı. bir
baba oğul geldi, çocuk kediyi sevmeye başladı, o sırada yaşlı bir amca geldi
oturdu.
.jpg)
çocuk kediyi severken çok heyecanlıydı, babası bir şey demedi,
sevindim, aman kedi var, tehlikeli, yanaşma hallerinden hazzetmiyorum. annesi olsa belki izin
vermezdi diye düşünmeden edemedim, babalar cinsiyetleri gereği daha sakin bu tip
konularda, kadın kadar kurmuyorlar, allah'tan ve iyi ki. başka
bir yaşlı amca geldi hem çocuğu hem kediyi sevdi, durak kendi içinde ilişkiler
üretmeye başladı. o sıra geldi benim otobüs, bindim yerleştim, bir
teyze gerginlik yarattı, yanında oturan kadına ama siz sonradan geldiniz
dediğini duydum, kızcagiz onun yanındaki boş yere oturmak istemişti, sorun da
bu.aman be insanlar dedim, gereksiz haller peşindeyiz. kitabımı okudum, sonra şişli civarı attım kendimi otobüsten, aklımda kalan
yeşil yarım botu bulma umuduyla, bulamadım. böyle zamanlarda, yani hafta sonunda yeme düzenimin kalmadığı, bu yüzden kan şekerimin yere düştüğü zamanlarda pis şeyler yemeyi severim, hak görürüm. çok uzun zaman sonra burger king’e girdim. insan kendini burger
king’de yabancı hisseder mi? hissettim. Bilmediğim dilde konuşuyorlardı sanki, kids menünün şu kampanyası var ya, onu
istiyorum, yanına da bir tane hamburger, o zaman ne kadar oluyor? bununla alınca
şu da ekleniyor mu? o zaman ne kadar oluyor? o kampanya bu kids menüsü…o kadar
uzak bir dünya ki burger king menülerine dair bu kadar çok seçenek olması?? ilginç, hiçbir fikrim yok. herhal ondan
yabancı hissettim, orada da karmaşık konular varmış. öğrendim, seneye başka bir
şubede pis yemek yeme hakkımı kullanmak üzere yedim ve ayrıldım, ya da kaçtım. insan
çokluğu fenalığı yaşadım. yollar kalabalık ve kalabalık, düz yürümek mümkün
değil, o mağaza senin bu mağaza benim diyerek gezi parkı’na geldim, ey yüce
park dedim hep dediğim gibi, her tür ruhunu içime çektim, sevdim yine onu ve
yaşattıklarını. ağaçların fotosunu çektim. aşağıda görüleceği üzere, kendi gibi olanı, oynanmışı..işte ağaçlar,güzeller
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
insanları inceledim. t.ma
ve p.lis gözüme çarptı, artık meydanda oluyorlar evet..fakat fazla geldiler. sonra
aklıma geldi akşam internetime dokunma için toplanılacaktı….meydana uzaktan
baktım, insan seli vardı. işimi hallettikten sonra yürümeye
başladım, amaç indirim zamanı olduğu
için mağazalara bakarak karaköy’e gitmek ve sonra vapura atlamak. p.lis sayısının
arttığını gördüm, sağa sola dağılıyorlardı, fransız kültürün yanındaki sokak
kendileriyle doluydu, akşam eğlenceli olacaktı yine çok belliydi, ilerleyince bir sonraki
sokağın da dolu olduğunu gördüm. bu esnada bir kez daha karar verdim ki
istiklal’de ayık kafa ile yürümek oldukça güç, daha ne kadar insan olabilir? ve
her milletten... arapça mı konuşuyorlar farsça mı hallerine de girdim. meydan tarafından
yürüyüşün başladığını gördüm, eğlenceye dahil olacak mıydım acaba? alışveriş merkezinin
oraya geldiğimde karaköy tarafından gelen grupla karşılaştım, ben de bağırdım
arada dayanamadım. odakule civarında mağazadan çıktığımda ambulans sesi duydum, içim
fena oldu, polislerin de oraya doğru toplandığını gördüm, bir kısım olanları izliyor, ne yapacağını
bilemeden duruyor, bazıları hızlı hızlı yürüyordu, bazı mağazalar kepenk indiriyordu, karmaşa...tivitir vs ye de
bakmadığım için ne olduğunu bilmiyordum, bu manzara anlamama yetti, yanımda
atkı yok dedim, atsalar biberi bere ile
kapatırım artık ağzımı yüzümü değip karaköy’e doğru ilerlemeye devam ettim. sonradan
okuduklarımdan anladım ki, hep bir adım peşimden gelmiş olaylar. arkadaşlara bol
şans dileyip vapura bindim, kalsa mıydım demedim değil..dışarıda oturdum, kız
kulesi ile köprü yine muhteşem gözüküyordu, istanbul böyle hem güzelliğiyle hem
çirkinliğiyle öldürür. güzeldi kız kulesi ve köprü... vapurun dışarısı da içerisi de kalabalıktı. insanlar arasında
yürümeye çalışmaktan yorulduğumu fark ettim. Sık sık tekrarlayabileceğim durum da değil, arada olabilir, her hafta o kadar insanın arasına karışamam. Yaşlandım herhal, ya da dediğim gibi ayık çekilmiyor istiklal:) ucuz bira peşinden ne pis
yerlere giderdik hem de her hafta sonu diye düşündüm oralarda yürürken, (iyi ki
gitmişiz hiçbir şeyde aklım kalmadı gerçekten) o ortamlardan hastalanmadan
çıktıysak güçlendik kesinlikle,her şeyi yaşında yapmanın faydası belki de. mekanda yürürken anı gözlerken, hatıralar da
canlanıyor ister istemez. sırf gittiğin pis barlar gelmiyor ki aklına, gerisi
berisi var, yaşadığın hikayeleri hatırlıyorsun işte, mekan geçiyor, o anılar da
bitiyor. o güzel.
vapurdan indim evime
gittim. en sevdiğim yere. evime girdiğimde hep şükrederim. yine ettim ve
yerleştim köşeme. tabii ki küfür ettim bir sürü şeye, internetime dokunanlara mesela.