31 Mart 2014 Pazartesi

bakış (the look)

İki gündür aklıma gelip duran:
"ben feleğin şu çarkına çomak sokarım,
ben feleğin tekerine çomak sokarım."
dönüyor da dönüyor. şarkının diğer dizeleri sanki yok.
bugün bir ara da "bu da gelir bu da geçer" söylerken buldum kendimi.
çuvaldız var bir de batırmamız gereken, şu aralar biraz yandaki arkadaş gibiyim, "mazaretim var asabiyim ben."

foto:8 nisan 2013,bostancı,istanbul

26 Mart 2014 Çarşamba

bulut dünyası







bazen gökyüzü koşar, gök bulutları, bulutlar güneşi kovalar sanki, bulutlar her baktığımızda başka hikayeler sunar girdikleri şekillerle. kimi zaman güneşi elinde tutan bir kadın olur, kimi zaman bulutların üzerinde dinlenen biri... kah sevişir tek beden olurlar, kah ayrılıp öpüşürler. güneşle saklambaç oynar, birbirlerinin ardı sıra döne yuvarlana yol alır, göç etmekten hiç vazgeçmezler. bazen üstlerine konup onlarla gezmek, heyecanlarına ortak olmak istersiniz. 
çocukluktan kalma hayal dünyanız size geri gelir, bir süre masal aleminde gezersiniz.
ümraniye, mart 2014

19 Mart 2014 Çarşamba

15 Mart 2014 Cumartesi

sümbül

belki bir gün pembe sümbüller gibi açar ve mis kokarız beraber,
belki bir gün aynı ormanda aynı pembe oluruz, tonları farklı...
tonların farklı olmasına aldırmadan yaşarız.
belki bir gün barışırız sümbül olmayanla..pembe olmasın da mor olsun
tüm çiçekler güzeldir deriz.
belki bir gün gerçekten sevmek ne biliriz...

12 Mart 2014 Çarşamba

fidan

çizim zaten yazdığı üzere karga mecmua.

alakasız, hiç de sevmediğim bir reklamda dinledim bu şarkıyı. yıllardır bir çok kanalı izlemiyorum, arada izlediğim bir kanalda da (reklam veren memleket kanalı olarak) rastlamadım buna. bugün berkin için tv izlerken yıllar sonra, reklam arasında çaldı şarkı, çevreci olduklarını belirtmek için kullanıyorlardı (markayı tabii ki hatırlamıyorum). bütün bunlardan önce arkadaşımın kızına bu şarkıyı öğretme hikayesini ve ne kadar güzel bir şey öğrettiğini düşündüğümü hatırlattı şarkı...arkadaşım dediğim o pek sevgili dostum,  yeşilin kıymetini ergenken bile çok iyi bilirdi, kızına da o kadar erken yaşta öğretmesi pek hoşuma gitmişti.ben yeni anlamaya başlamıştım yeşilin büyüsünü. bütün bunları çağrıştıran, bildiğiniz, hiç anlamını bilmeden ezbere söylediğiniz "tohumlar fidana" çocuk şarkısı, 
bence artık anlamı çok büyük...
"Fidanlar ağaca
Ağaçlar ormana
Dönmeli yurdumda"
insan olacak fidanlar, ağaç olacak fidanlar...ormana dönmeli..dönmeliydi....
bütün bu fidanlar betona dönüştü, ya da soğuk mezarlara.
"Bir tek dal kırmadan
Ormansız kalmadan
Her insan bir fidan
Dikmeli yurdumda"

içim kurudu, umudumla eşleşti.
ne zaman ki insan olacak fidanlar, ağaç olacak fidanlar, kendiliğince, özgürce hep beraber büyüyecek... içim o zaman canlanacak.


11 Mart 2014 Salı

berkin...ekmeğin kıymetlisi

sabah nispeten geç saatte haberini okuduğumda dünyanın tüm sevimsizliği üzerime çöküverdi. 16 kilograma düşmüş bir bedenin çekip gitmesi daha gerçek ve olası gelmiş olsa da, uzun süreden sonra ilk defa yalana kanmak istemiştim. bu çocuk sanki onca gidenin, onca olanın ardından hepimizin umut ağacı olmuştu.
o uyanınca, dünyanın güzelliklere uyanacağını, sihirli değnek dokunmuşçasına insanların yüreklerinin iyilikle dolacağını, insanların birbirini daha iyi anlayacağını mı sandık?
o uyanınca, o ya da bu yüzden canından edilen, tarihimizde yer alan, okuduğumuz, tanık olduğumuz nicelerinin devamı gelmeyecek, bitecek mi sandık?
berkin uyanırsa tarih tekerrür etmeyecek mi sandık?
o uyurken hiçbir şeyden habersiz, çok mu varsaydık? çok mu yüklendik?
hepimizin kalbinden ve aklından geçti bolca, hatta kaldı çoğumuzda, kaşlarının örttüğü yüzü aydınlansın, açılsın istedik. daha çok ekmek alsın, büyüsün, gitmişlerin yerine de yaşasın istedik…bari biri…
ayağa kalksaydı da unutsaydık onu. yıllar sonra bir yerde çıksaydı “ aaa evet bu çocuk hastanede 268 gün komada kalmıştı” deseydik.

bir çocuk ekmek almaya giderken canından edildi, yine bir genç bir hiç uğruna gitmiş oldu, unutamayacaklarımız listesine eklendi, yüreğimizi burktu.
hayat devam edecek biliyorum, daha neler var onu da biliyorum.
bilmek yetmiyor, zaten açıklamıyor da.
olan “ölüm allah’ın emri” hali değil, ölüme karşı en çok sığındığımız, koynuna yattığımız, doğal saydığımız söylem hali değil… olan bilmediğimiz allah’tan değil, emrin de kötülüklerin de bildiğimizi zannettiğimiz insandan gelmiş olması.
olan bir çocuğun hayatına perde çekilirken, perde arkasında kalması ve saklanması gerekenlerin pişkin hallerde ortada dolaşması.
bilmenin yetmediği yer tam da burası.
hem içimiz, hem umudumuz kanıyor çocuk. 

çizim derya sayın. tivitirdan alıntı.kendisinden izin almadan kullandım, kusura bakmaz dilerim. 

10 Mart 2014 Pazartesi

koku

her anının, her insanın kendine has kokusu vardır. kimi uçar gider, kimi yer eder. kokusu bizde kalan insanlar, hayatımıza, kendimize, içimize hapsettiğimiz insanlar mı? burnumuza yapıştığı gibi yüreğimize de mi yapışıyor?

9 Mart 2014 Pazar

hep ve en çok ağaç fotosu olacak burada sayın okuyucu:) eminönü'ne gittim cumartesi sabah, nice zaman sonra, çok yağmurlu ve gri bir gündü, biraz güneş olsa size güzel bina, insan, başka ağaç fotoları da sunardım, kısmetten ötesi yok. yürürken bu ağacı gördüm duruşu hoşuma gitti, attım şemsiyeyi çektim bir kaç fotosunu, sonra oynadım tabii renkleriyle. böylesini yakıştırdım kendisine. kuş yuvası da var üstünde, insan yapımı, buradan belli olmuyor. insan aklıyla ağaca hikaye yakıştırmak benimkisi....ağaç hikayelerinin tutkunuyum. dalları ne çok şey anlatıyor değil mi?

rip portishead

notaların kanatlarına binip uçar mısınız? ben uçarım. ruh halime göre bir ya da birden çok kişiye, yere, anıya doğru. yolculuk zamanda ya da anda bir yerde olur. hep yolculuk olur, severim gitmeyi.
bazı şarkılar daha yüksekten uçurur üstelik, portishead rip gibi...
"wild, white horses
they will take me away
and the tenderness i feel
will send the dark underneath
will i follow?"



6 Mart 2014 Perşembe

erkan oğur

arada derede erkan oğur mor dağlar dinledim, dinledim ve dinledim, hala dinliyorum. erkan oğur oralardayken bana en çok neyi özlediğimi hatırlatır, hemen her dinlediğimde gözümü yaşla doldururdu, hala öyle. adam hüznüme uygun:)  ne de güzel dokunur gitara, ne güzel yorumlar türküleri.
memlekete döndükten nice sonra konserine gittim, pencereden kar geliyor'u canlı söyleyemezmiş öyle kolay kolay, yanında çalan kişi kırmadı bizi söyleyecek dedi, başladılar çalmaya, ilk dizeleri söyledi, sonra ağladı, ben de ağladım, bilirsiniz belki dizelerini, der ki:

"pencereden kar geliyor aman annem 
gurbet bana zor geliyor aman annem
gurbet bana zor geliyor, ben öleyim..."

gurbetin garip yakıcılığı vardır. iyisindir orada ve hep eksiksindir. tam olamazsın. ben gurbette değildim o zaman, kardeşim gurbetteydi, bir sürü ruh hali aklımda, yüreğimde, gurbete gidene, gurbette olana dair..mesela biliyorum kardeşim hiç dönmeyecek...mesela buydu beni ağlatan, anlamak ve farkına varmak, hep hasret olacağını bilmek.gerçek ne acayip.
hep gurbet var hayatımda, hayatımızda.
her ne kadar pencereden kar geliyor hikayesi anlatmış olsam da,
mor dağlar diyorum, daha iyisini bulamadığım için de bunu sunabiliyorum. 

denk
denk düşme anları..birbirine denk düşmenin mutluluğu. haliyle inancı.
o tutuğun elin sana dünya gibi gelmesi..ne güzeldir, yüzüne gülücük kondurur sadece düşünürken bile.
tesadüf, kimilerinin olmadığına, kimilerinin hayatı belirlediğine inandığı..adı belli hissettirdikleri farklı olan kelime.
hayat getirip önüne koyuyor bazılarını, tesadüf ya da değil.
aslında ne tesadüfü, ne denkliği düşünmek lazım belki,
bir sonraki anın garantisi hiç yok ki, kurup durup mutluluğumuzu kuruttuğumuz düşüncelere gerek yok.
elin elimdeyse ötesi yok, şu an..
bir sonrakini düşünecek kadar çiğ haldeyiz hala insan evladı olarak.

3 Mart 2014 Pazartesi

pazar esintisi

güzel bir pazar yaşadım, çok eğlendim kendimce kendimle iken. hep sıkıntı anlatmayalım. hava güzeldi, kalktım sahile gittim, yürüdüm, sadece bu fotoyu çektim. yine insan yine insan, ne çok insan dedim, yoldaki kedi köpekleri sevdim. sahilden yukarı yürümeye başladım, daha önce görüp beğendiğim bot indirimdeydi ve hala  çok güzeldi: hemen aldım tabii.didem'in değimiyle tipik özgün botu aldım. ben botumu çok seviyorum:) o hizada başka bir mağaza daha var, değişik, güzel şeyler satan, kapatıyoruz yazıyor diye daldım, kıyafetlere bakarken söylediklerim mağaza sahibini güldürdü, ne kadar iyi enerjiniz var dedi, anlar ne önemli izlenimlerde, yolda yürürken görse belki sinir olurdu bana.
neden kapatıyorsunuz diye sordum, toptancıyız perakende olmadı dedi, konu konuyu açtı, geldik yurdum ekonomisine, oradan buradan bir sürü müşterim var, çok rahat olanlar bile artık kartın kesim tarihini beklesek olur mu demeye başladı, para yok dedi. oradan bir başladık sohbete, kıyafetler masanın üzerinde biz hararetle konuşuyoruz. o sırada bir kadın geldi, belli, muhabbeti var mağaza sahibiyle, bilmem kime uğradım çok üzgün, dükkanı kapatıyor dedi. pek çok dükkan kapatıyor ya da iş değiştiriyormuş. onun dediğine yorum yapınca muhabbet büyüdü, nasıl kaynaştık, ne konuştuk, ne güldük, eğlendik ve ne ağladık çaktırmadan. 
sonra gelen kadın kuaförmüş, bana sen ikizler misin dedi:) burç vardır yoktur, mevcut olanı bildi. evet dedim ikizlerim, mağaza sahibi hiç öyle düşünmezdim, yalanım yok ikizleri de sevmem dedi, seveni yok ki dedim:) sizi çok sevdik, saçınıza bir şey yaptırmanıza gerek yok, kahve içmeye gelin dedi kuaför olan. gelirim dedim, bir sarılıp öpüşmediğimiz kaldı. çok severim böyle sohbetleri, bir anda kaynaşır, paylaşır olay yerinden mutlu ayrılırsınız, yeni şeyler öğrenmiş olarak. burada ben biraz da alışveriş yapmış olarak döndüm eve :) esas almayı düşündüğüm istanbulkart ise unuttum.
arkadaşım uğradı,iyi oldu az da olsa görmek. yemek yaptım, çamaşır yıkadım. bir daha çıktım dışarıya, gittim en sevdiğim büfeye( istanbul'a geldiğimden beri en sevdiğim büfe) istanbul kartınız var mı dedim, seninkine ne oldu dedi, firarda sanırım dedim, yeni kartı aldım. bu kalır işallah dedi, hayatımız işallah maşallahla zaten dedim, güldü, doğru dedi. ortaokulda mizah dergilerini bu büfeden alırdım, müdavim müşteri olunca sohbet de güzel oluyor. 
eski komşuma uğradım, sabriye teyze'me, bir kahvesini içtim. anılarını dinledim, gitme ne varsa beraber yiyelim dedi, yok dedim gitmem lazım. sevdim anne babamı hatırlatan o halini, her zaman olduğu gibi. 
peynir almışım fazlaca, börek yapayım diyerek yufkacıya gittim, oradaki amcalardan biri bizim iş yerinin servisini de yapıyor, onunla da sohbet ettik, yufka açan diğerleri bizim muhabbete kulak kabartıp güldüler, onlara bol bereket dileyip yine geldim evime..kimin yiyeceğini bilmediğim böreği yaptım. iş yerinde sevdiğim üç beşe paket yaptım sonra.
fazla sosyal bir böcek halinde dolandım durdum işte orada burada. 
yarın pazartesi, olsun, çok mutlu bir pazar yaşadım gerçek insanların içinde, güldük ağlanacak halimize, iyi bir hafta olsun.

2 Mart 2014 Pazar

aklıma takılan

mehmet erdem, herkes aynı hayatta....

bugünlerde babamın “size haram para yedirmedik” demesi sık sık aklıma geliyor. çocukluğumdan beri duyarım, dürüst olmak, hak ve haram yememek, çalışıp kazanmak kelime ve gruplarını çeşitli cümleler içerisinde duymuş olduğum gibi, böyle büyüdüm, böyle yerleşti kafama. ne din ne ahlak öğretisiydi, olması gerekendi. bugün hala olan aile dostlarımızda da durum farklı değildi, insancıl, kıymet bilen, çalışıp kazanmak dışında bir şey bilmeyen hatta dürüst oldukları için o zaman bile başı belaya girmiş bir tomar insan, böyleydi bizim köy, çalışan, güzel yürekli bir grup güzel memur insandan oluşuyordu.
henüz hak-haram kavramlarını çok da bilmediğim dönemde memleket özgürleşmeye başlamıştı, kardeşimin doğduğu yıllar. liberal rüzgar esiyor, yokluk varlığa dönüşüyor, yoklar çok oluyordu, ne güzeldi kimilerince... ancak insanların ruhunu, etik ve ahlak değerlerini de gevşetmişti bu birden gelen özgürlük.biz büyüdük az biraz bu sırada..öğrendiklerimizle yaşanan çatışmaya başladı. baştakilerin kendileri olduğu kadar yakın akrabaları da zenginleşmeye başladı. o zaman sadece bir iki haber kaynağı olan basılı kağıtlardan okuyorduk olanları, çok anlamasak da yıkım başladı içimizde, erdem, şeref, namus, hak kelimelerinin çoklu ve yoklu anlamlarını öğrenmeye başladık. demek herkes çalışıp kazanmıyordu.
zamanla...zenginleşen kesim yüzde olarak azalırken, kendi içlerinde zenginlerin kazandıklarının yüzdesi arttı. yol, hastane vb. yatırımları kendilerine döndürdüler, fayda maksimizasyonu yaptılar. onların kazanç eğrisi hızla yükselirken bizim umut eğrimiz aşağı doğru seyretmeye başladı.
yine de umut vardı. giderlerdi, böyle olmazdı, hak-hukuk vardı.
gel zaman git zaman masal güzelleşmedi. hiçbir zaman bilmediğim ırk, din ayrımları da çıkmaya başladı, ne vardı o benimle aynı mezhepten, ırktan değilse? ötekileştik, kategorize oldu insanlar. biz (ben ve türevlerim)  o sırada hala tarih kitaplarından okuduklarımızı gerçek sayıyorduk, alternatif kaynağımız da yoktu, bir şeyler bilen ailelerimiz de sessiz modundaydı, yaşadıklarından sonra zarar görmememiz adına. özgürleşmeden önceki memleket tarihi de masum değildi ki, acılıydı bu toprak başından beri.
çok zenginleşenlerin de yardımıyla zihinler iyice fakirleştirildi. din aracı kurum oldu, insanın maneviyatı ile oynama kurumu. inanç sömürüldü, sömürüldükçe sorgu azaldı.
biz daha da büyüdük bu arada, zihinlerin, insanların çaresizce nasıl küçüldüğünü gördük. anne babamız maaşının büyük kısmını vergiye bağışlarken onların dört katını kazanan, kazanmamış gibi gösterip vergi ödemeyerek ruhu ve cebi rahat yaşayan insanlara tanık oldum(k). fazla normalleşti çalmak, fazla değersizleşti iyi ve dürüst olmak. kuşak olarak tam tutunamayanlar olduk, düzlükte büyümüştük, karşımıza gelen çok virajlı, kıvrımlı, dansöz bir hayattı. biz başka tarlada büyüdük demeye başladım.
uzatmayacağım (uzatabilirim zira bol miktarda alt başlık var yazabileceğim)...geldik, vardık bugünlere...geçmişlerin ruhlarına bela bir dua ile.
helalden bahseden haramı azamide yaşıyor. meşhur, sürekli belirtilen yüzdeler sormuyor hiçbir şey. sormayı seven bir toplum değiliz ki. zaten unutturulmuş bir kavram. neden başka birisinin kendi adlarına karar vermesini bu kadar çok istiyorlar? neden bu kadar çok inanmak ihtiyacı içerisindeler? neden üstün ırk ve din hallerindeler? allah'ı neden harama bu kadar ortak ediyorlar?
son yılların en sıcak mevsimi derler ya, son yılların en depresif mevsimlerini yaşıyoruz. ardışık sayı gibi peşi sıra geliyor, seri depresif haldeyiz bir kısım.
çok dağınık yazdım, biliyorum.
sonuç olarak ne matematiği yeniden öğrenebilirim ( 30'u 0 sayamam) ne doğrularımı eritebilirim. özünü gömemiyorsun, gömüp üzerine toprak atamıyorsun.
umutsuzluk eğrim durmadan yükseliyor, okuduğum iktisat da yalan. bu memlekette bildiğin her doğru yalan.
“size haram para yedirmedik” diyen babam doğru.
her gece yattığında iyi ki yaşadım demek, aldığın nefese şükretmek doğru.
bu kadar mal mülk peşinde koşmak, kendi zevkin peşinde koşarken hak yemek, zannımca çok yanlış.
o hep sığınılan dinler...zannımca daha da yanlış. başka birinin söylemesine gerek yok, iyi ol, bu kadar basit.
özgürlük bu toprağa, bu toprak da bana ağır.
"herkes aynı hayatta, kendini bir şey sanma."








1 Mart 2014 Cumartesi

ben

ben ve kendim fotosu, diyeceklerimiz var da zamansızlık yaşıyoruz.yazacağım kafamdan geçenleri daha sonra...bu foto, kadıköy'e giderken minibüste  kendi müziğimi dinlemeye çalışırken, binalara bakıp bakıp biz ne mok yiyeceğiz türevleri düşüncelerle sıkılma hallerinde olan halim..istanbul sen hem cennet hem cehhenemsin .memleket, sen direkt damardan acısın.