16 Kasım 2014 Pazar

seni andık dün gece

aynı liseyi, o bilinen okulu paylaştık seninle, o zamanlar sanırım sadece bildik birbirimizi, o kadar. sonra facebook  çıktı, biz o liseden mezun olduktan nice sonra, sonra bildik bilmedik ekledik birbirimizi, pek çoklarını tanıştırdı diğerine facebook. orada kaynaştık seninle, buluştuk,aynı okulda farklı sıralarda otururken olmayacak şekilde. zamanı gelmiş bir arkadaşlık diyorum şimdi.
ama doğal, kesintisiz. diğerinin yaşamının içinde değilsin, olmayacaksın da belli, gizlenme saklanma ihtiyacın da yok. o kadar detaylı bilmedik diğerini, an gelince de sakınmadık duygularımızı, sözlerimizi... arpa ya da üzüm suyu eşliğinde kısa zamanlarda bolca anlattık.
gerçekten kaynaşmasaydık, diğerinin ya da okulun hatrına birbirine katlanacak iki kadın da değildik. az, eksik ama özdük. olduğumuz gibi, öyle güzeldik.  
bakma sen, enteresan hatıralarımız da oldu, bir tek yaşayanın bildiği, sırrımız da var bizim. 
ama sen aslı çetin, hayatımda yok gibi görünen, gayet var halinle, öyle birden, habersiz gidiverdin. iyi etmedin. kendimi düşünerek konuşuyorum tabii, sen gittin ya, her ölüm insanın bencilliğine en dokunandır aslında. bencil ya insan, benimki de o hesap. 
dert, hep olduğun gibi olmak değil miydi aslı çetin?
hatırlar mısın? o adada rakı içtiğimiz akşam, yemekten konu açılmıştı, sen ve diğerleri, hepiniz çok başarılı ve uzmandınız pişirme konusunda, maydonozla olan dertlerimi dile getirmiştim, kesmesi zor, öyle oluyor, böyle oluyor ama olmuyor diye, sen de bu kadar dertlenme ben sana hazırlar getiririm demiştin. ne isterdim şimdi sana onu hatırlatmayı. bi el atabilseydin benim maydonoz konusuna.
dünyadan yok olunca insan bedenleri çürüyor da, ruhları ve kendileri nereye gidiyor bilmiyorum. tek dileğim ve hep dileğim, annen ve babanın yanında olman, bize gülümseyerek. gerçekten ve içten gülmen, oralardan... oralar neresi ise.
hep gül, kocaman gül, yüreğin barış ve huzur dolu olsun.
gidiverdin dedim ama gitmedin henüz benden.yıllar yollar tüketmedik seninle...ama bi kaldın içimde.

11 Ekim 2014 Cumartesi

ölüm

buraya eski yazdıklarımı yazacaktım, aşktır, ızdıraptır notlar düşecektim, foto vs koyacaktım. geyik olacaktı, blog öyle olacaktı. ülke bırakmadı ki geyik olsun. öldü ha bire insanlar, çocuklar, gençler.  büyüklerin ego rahatsızlıklarının ızdıraplarını yaşadık. yine ve yeniden. şimdi, şu anda da ölüyorlar. engelleyemiyorsun, sadece için daha çok, daha da çok acıyor. çok da okumuyorum, bir şekil kaçış, yıllardır tv de izlemem. ne kadar kaçabilirsem. onca insan ölürken, yakınımdan, iki hafta arayla dostum olmayan ama çok özel anlar paylaştığım "özel" olan iki insan gitti… yaşları genç sayılan 2 insan ölüverdi.
gittiler. hayatın  bir parçası olan ölümü hatırlatarak. ağladım, ağlamaktan başka yapacak ne var? ölüm hayatın parçası kabul et dedim. artık bunu kabul etmen gerekiyor, o izlemediğin tv gibi değil konu. 
gidenlerden biri için kedi köpek besleyeceğim, ki zaten elimden geldiğince yaparım, diğeri için de bol bol kitap okuyacağım, aslında ne kadar aynı olduğumuza dair. peki mok yoluna giden diğer, hangi ırk ve cinsten oldukları önemli olmayan, tüm genç ve çocuklar için ne etmem lazım? bilmiyorum. 
ikisi de yerinde çok güzel uyur dilerim. ölüm gençlere konmasın, ecel güzel davransın, sırayı bilsin.
sağlığınıza duacıyım. işallah sağlığımız da aklımız da kalır bu ortamda.
ha! fotoğrafta yer alan sigara...evet kötü..insanı öldürüyor. memleket kadar değil, bence..ne ettiği belli en azından. dürüst bir katil. 

2 Ağustos 2014 Cumartesi

yunanya



bazıları bilir, babam 25-26 sene kadar önce atina’da çalıştı. yunanyalılar’la erken tanıştım bir şekil, kanım taa o zaman kaynadı onlara. annem çalıştığı için, türk dili ve edebiyatı öğretiyordu kendisi,  sadece yaz ve kış okul tatillerinde orada bulunabildik. kardeşim 6-7, ben ise ergenliğin başlarında. her ikimiz için de şuursuz zamanlar. o zamanki havaalanına yakın bir evde kalıyor babam, yokuş tepesinde, güzel, yeşillik bir mahallede.(fotodaki yaşadığımız apartman) yaz aylarında daha çok oradayız haliyle, denize gidiyoruz, yürüyerek gidebiliyoruz, tabii sıcak, gitmesi güzel gelmesi zor. bir başka dünya, anlamadığın harflerle dolu. frappe diye soğuk kahve içiyorlar, yoğurtları muhteşem. her yerde corcum maykılım var, anahtarlık var (bilmeyene not ben 20 anahtarlıkla gezerdim, çok sayıda var bende)
apartmanda üst komşumuz vardı, babamın gurbetteki can yoldaşları. andon, olimpya, andon’un annesi “mama”J (allah yerinde rahatlık versin,ismini hiç bilmedim) ve oğulları. hepsi türkçe konuşuyor ve istanbul dillerinden düşmüyor, adana’da yaşıyoruz o sıra, istanbul’u da bilmiyorum. anlamıyorum önce hasretlerini. hani istanbul’da olsam belki...rum var göç var, bir acı var insanların yüreğinde, hiiiç haberim yok, ergenim zaten dünya bana çok zor o ara. okuduğum kitaplarda denk düşmemiş, ders kitapları zaten yazmaz, ailem öyle şeyler anlatmaz. bildiğim bi mübadele var evet, öylesine okumuşum hiç düşünmemişim üstüne. denize dökmüşüz işte onu biliyorum. o yaşta o zamanda. 
orada, o insanların yüreğinden gözlerine yansıyan özlemi görünce öğrendim siz bir yer değiştirinin, mübadelenin yaptıklarını. mahallede:) pek çok türkçe bilen vardı, markete giderdim türkçe konuşurduk, düşman yunan’da bir takım dostça hareketler afedersiniz.:)
olimpya ve andon, konuştuğumuz niceleri gibi, bunlar derdi yunanlılara;) o kadar yunanlı değillerdi. o kadar değişik bir yorumdu ergen, salak saf dünyamda.  unutamadığım birkaç olay var, birini buyurayım, düğme almaya gittik, annem, ben o zamanki muhasebe müdürünün eşi, kendi aramızda konuşurken tezgahtaki amca dedi ki siz türk müsünüz? evet dedik. kırık bir aksanı var, ben dedi 40’lı bir şey (tam hatırlamıyorum) göçenlerdenim, orası burası, sıra geldi hesap ödemeye, bunlar benden dedi, para almadı. siz tahmin edin o kırık güzel aksanı. çok kırgındı, özlem doluydu, çok belliydi. gözlerim dolmuştu amcanın güzelliğine, insanının yüreği güzel olsun yeter. nicesine tanık olduk bu ve benzeri.
yaşım ve aklım biraz daha büyük olsaydı, o anlatılanların hepsini yazardım ve sonsuz soru sorardım. geçti, yapacak bir şey yok. sonra tesadüfen işte kardeşle yunanya’ya gittik. güzel bir düğün gördük ayrı hikaye. gittik bizim eski mahalleye, annem kavrulmuş lokum verdi andon’ları bulursak vermemiz için. yaşamış olduğumuz mahalle ve apartmanı bulduk. ozan yandaki kilisenin küçüklüğüne şaşırdı, ona çok büyük gelmiş o cücük haliyle. sonra geçtik zilin karşısına, bildiğimiz andon ve olimpya, soy isimlerini bile bilmiyoruz, biz bakarken, 2 kadın geldi, onlara sorduk, kadın dedi ki ben bilmiyorum, durun sorayım, bir zile bastı, bu herkesi bilir dedi, güldük. her şeyi bileceğini söylediği kişi yoktu, başka birine sordu, olimpya vefat etmiş (ne kadar ince ve güzel bir insandı) andon da tam karşıdaki apartmana taşınmış. soyadını öğrenip gittik, zili çaldık, ozan tane tane açıkladı kim olduğumuzu tabii türkçe, bir süre sessizlik oldu, kapı açıldı çıktık yukarı, andon’u gördük onca sene sonra, bizi çok hatırlamadı, bir babam net kalmış onda, annemi de şöyle böyle hatırlıyor, biz yokuz:)köpeği vardı yine, yemek pişiriyordu, olimpya'nın fotosu duvarda.... tek kaldım dedi, oğlan ingiltere’de, olimpya öldü. ayaktayız, çok tutmak da istemiyoruz, dişlerim çok kötü iyi konuşamıyorum kusura bakmayın dedi, yok dedik ne demek. türkçe’yi de unutuyormuş (bizim gibi), 82 yaşında, dizileri izliyormuş türkçe'yi unutmamak için, konuşacak kimse yok ki dedi sitemkar.(yunanya'da türk dizileri yürümüş gitmiş herkes onlardan bahsediyor, muhteşem süleyman özellikle) 
çok kalmadık ayrıldık, yoldan inerken fark ettim ki o bana çok dik gelen yokuş o kadar da dik değilmiş, eczane ve fırın (kılık ve isim değiştirmiş olsa da) yerinde duruyor, o türkçe alışveriş yaptığım market gibi.26 sene sonra tanıdık hala bir takım şeyler. 
aklımda olimpya ve andon ile döndüm (ve diğerleri)…bana ne güzel şeyler öğrettiklerini fark ettim, dua ettim yaşayana da göçüp gitmiş olana da. iyi ki ve belki o yaşta oradaymışım.

18 Temmuz 2014 Cuma

kafa karışık

gece ile gündüz arası bir zamanda oturuyorum. sessiz değil, alt komşumun sesi var:) çirkin adlandırdığım karga ve martı sesleri yok ilginçtir ki. henüz yok.
kendimce zor anlar geçiriyorum ( sadece kendimce) , oysa dünya da öyle değil mi? israil bombalıyor, rusya uçak düşürüyor, hep ölüyor o insanlar. biz okuyoruz sadece.
o çocuklardan bir tanesinin davası erteleniyor. (şu an ezan okunuyor, sevdiğim amcadan geliyor bana ezan, dingin, sakin, güzel, dinim yok ama ezan güzel okunmalı inanışım var).
fırıncı keşke ekmek yapsaymış sadece, tekmeleseymiş o genci,  o daha çocuktu, bir bilseymiş. müslüman yahudi olmasaymış.
o gençler...hani harbiden bok yoluna giden....gözlerimin yaşı, her zaman, hep.
çok yargılı, çok yorucu bir dünya.
biz yaşıyoruz ama arada zamanlarda.
bir din var, yüceleştirme manyağı yurdum insanının taptığı. ve yanlış bildiği, özde olanı unuttuğu.peh...para tek allah.
dünya o kadar yalan ki. hani hak vermiyor değilim öteki dünya derdinde olanları. sadece.....neyse..
insan çiğ süt emmiş, her şey olur.
umut insanın teknesi sonuçta
sormadan duramıyorum; güzel kardeşim, niye herkes aynı olsun istiyorsun? niye bir tek senin bildiğin doğru sanıyorsun? çok iddalısın.
gece ile gündüz arası bir zamanda oturuyorum.
uyumam lazım biliyorum.
ahmet kaya yakamoz dinliyorum cem adrian'dan
umut?...severim yine de, her şekil.
umut?....var değil mi?
bildiğin saçma salak bir yazı oldu bu.
o da iyidir.


4 Temmuz 2014 Cuma

çıplak

biz de becerebilsek böyle yalın, kendi gibi, olduğu gibi durmayı. becerebilsek kendi gibi hallerimizle helalleşmeyi, diğerinin bu ve o hallerini kabul edebilmeyi. özümüz ortalıkta olsa, sakınmasak...çıplak durabilsek diğerinin karşısında, olduğumuz, bulunduğumuz halde, yapraksız, örtüsüz.
pembemiz de var, zamanla görülse, zamana yer verilse, ittirmesek, koşturmasak...tüketmesek.
("se" ve "sa" yaşam dilek eklerimle diledim yine.)



23 Haziran 2014 Pazartesi

cemal süreya'm geldi

"Ölüm 
Ölüm geliyor aklıma birden ölüm 
Bir ağacın gölgesine sarılıyorum."
işte o sessiz ağaçlar, hep almaz mı bizi iclerine? o koca gövdeliler başını yaslayacağın olmaz mı? 
bir tane daha,bilindik 
"Önceleyin 
Önce bir ellerin vardı yalnızlığımla benim aramda
Sonra birden kapılar açılıverdi ardına kadar 
Sonra yüzün, onun ardından gözlerin, dudakların 
Sonra her şey çıkıp geldi
Bir korkusuzluk aldı yürüdü çevremizde 
Sen çıkardın utancını duvara astın 
Ben masanın üstüne kodum kuralları 
Her şey işte böyle oldu önce."
daha niceleri..ağzına, gönlüne saglık 



20 Haziran 2014 Cuma

güneş

sağ yanağınla sol omzuna yatarsın, huzurlanırsın. böyle güzel, sessiz, huzurlu anlar vardır insanın hayatında. kelimesiz. birbirine sığınmanın sesi yeter, diğerinin varlığı yeter, karanlık gökyüzünde güneşin olur. yeter o, güzeldir.

bölük pörçük

insan... işte bir kez doğuyor, hatırlamakta zorlandığı konuların başında bu geliyor. yaşarken binlerce ölüyor kendince ve hep devam ediyor, haliyle.
arada doğa hatırlatıyor istesen de kalamazsın diye...sarsılıyorsun oturduğun yerde, şekerlik kayıyor masanın üstünde, masa sana sığınak gözüküyor. kömür yanıyor, insan yanıyor yerin altında bir yerde. kapalı kutunun içine girmen, hatta belki girmeden yok olman an meselesi oluyor, kazılmayan bir mezarın içine giriyorsun.
oysa sen güneşli bir güne uyanmıştın, nereden çıktı bu kaygan ortam? herşey bu kadar basit arkadaş, sonun en iyisi bir kutu içinde olabilmen.
sarsıntı gidiyor, ölüm de gidiyor, insan gülmesine hüznüne devam ediyor... unutkan, ders almıyor. kafamızda tortular kalıyor, kayaya dönüşmemesini dilediğim.
öyle dol dol, kafana sokulan güya olması gerekenlerle dolu bir dünya ki...hala o kısmınu anlayamadım.
güç ve zafer peşinde koşuyor herkes... ona geçirerek, bunu kırarak, diğerinin ağzına mıçarak. bu yaptığını da güzel pazarlıyor bir de. alkış alıyor üstüne. normalleşiyor yine herşey.
güç/zafer insanın iyi olması, kanatmak yerine onarması, yaraya kabuk olması, ötekileştirmeden (çok severim bu kelimeyi, eylemini sevmem), öze bakarak olanı, olduğu gibi sevmesidir.
insan, herkesi kendi gibi saymadan yaşamalı, benzerleri ile gruplaşsa da diğer grupların olmaması gerektiğini düşünmemeli. hepimiz aynı renk olsaydık? her tarafta beyaz gül var olsa mesela, olacak iş mi?
zafer başkasına hükmedebilme gücü değildir, bu ya senin ya o başkalarının sanrısıdır. herşeyi yıkarak ve kırarak bir yerde olmanın getirdiği (varsayılan) güç de bu dünyanın sanrısıdır. mücadele edilir, edilmeli de. kavramlar karışmamalı sadece.
güç onca değişik rengin bir arada yaşamayı sevmesini sağlamaktır. mıhlama dediğin diyarbakır'da başka trabzon'da başkadır (mesela), güç çeşit çeşit mıhlamanın kaynaşarak yan yanalığıdır. varsa sihirli değneğin keskin kokulu sözlerin gibi, gaz çıkmasın, cenazeye gidenin cenaze namazı kılınmasın.
o çok sevdiğim sözü yine yazıyorum, "çıplak geliyor, çıplak gidiyor insan bu dünyada. zamanı gelince veriyorlar pasaportu eline!bundan kimse kurtulamıyor. bu dünyada iyi ulus, kötü ulus yok. iyi insan kötü insan var. (givan gasparyan)"
insan..işte. ölüyor...eninde sonunda hatırlamakta zorlandığı konuların başında bu geliyor.








8 Haziran 2014 Pazar

40-1=39

sene 1976, tam 1 yaşındayım,
bugün ise 40'a tam 1 yaşımdayım.

dilerim tüm çocuklar yılları yuvarlasın, analarının kuzusu kalsın, kalabilsin.
     


31 Mayıs 2014 Cumartesi

uğruna yanarsın, şu duruşa bak. bir ağaç. sadece o kadar. 
"Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim..." nazım hikmet ran.
gönlümün fatihi, gönlümü verdiğim adını bilmediğim ağaçlara, adını öğrendiğim ölü güzel çocuklara. geziye...
şerefe.

gözdağı


gözdağı diye bir belgesel var, gezide gözünü kaybedenlerle beraber  ilk 48 saatin anlatıldığı, facebook ve emre sağ olsun haberdar oldum, nerede nasıl izlenir derken bizim servis şoförünün sayesinde gösterimde olacağını öğrendim (servis şoförümüz efsane, ayrı yazı konusu), hiç tivitıra bakmamıştım gün boyunca. bakınca gördüm ki gözdağı ckm'de gösterilecek. pergelleri açtım bir koşu gittim, salon doldu taştı. belediye başkanı konuşma yaptı, ilk defa tanıştım bu sayede, bence çok içten ve güzel bir konuşmaydı. ölenler, aslında öldürülenler için saygı duruşu yaptık. sonra başladı belgesel. her zaman yanımda taşıdığım adı bizlerde selpak kalan paketi yakınıma aldım, biliyordum her an yaşlar inebilirdi gözümden. izlerken,  bu bildiğin savaş. özgürlüğün savaşını yaşamışız, bir ağacın vereceği gölgenin savaşını dedim. öldürme, yok etme, ben dedim olsun savaşı değil ama...işte bu hiç anlaşılamadı.
bu savaş dünyadaki en güzel savaş bence, öyle özgür, öyle yeşil, öyle haklı. gösteri sırasında pek çok alkış pek çok yuhalama oldu, izlediklerim zaten bildiklerimdi, tekrar öğrenmemde sakınca yoktu.
gözünü kaybedenlerin söyledikleri ise...hepsi aynı şeyi söyledi özünde, "pişman değilim bana bunu yapan pişman olsun." nasıl güzel yürekleriniz var.
gösteri bitti, can dündar'ı çağırdılar sahneye, ortalık yıkılıyor bu sırada, ekibini çağırdı can dündar, sonra barış atay'ı (gösteri başında gelmişti ve salona girdiği anda herkes deli gibi alkışladı kendini, o kaçtı, arkamdaki gençler, o popüler olmayı sevmiyor dedi.) barış atay yok o sırada.
dedi ki can dündar "biz bunları deniz gezmiş'lerden öğrendik ağebeyi ve kardeşini sahneye davet ediyorum." deniz gezmiş'in ağabeyi atilla ilhan'dan ( istek üzerine) bir kıta okudu, ararsam bulurum da şu an hatırlamıyorum, fidanlı idi dizeler onu net hatırlıyorum. sonra belgeselde yer alan, o gözünü kaybetmişler çıktı sahneye...ben selpak adlı arkadaşla samimi oldum o sırada. lafı uzatmayalım dediler hep, azıcık ama kocaman söylediler. çok mütavazı ve çok yücelerdi, çok canlardı. barış atay da saklandığı yerden çıkıp geldi, o da gözünü kaybedenler gibi bir iki laf söyledi, o da çok güzel söyledi.  ağladık ve güldük.
hayatını kaybedenlerin ailelerinden gelen mesajlar okundu. berk kuzumun babası da yazmıştı.alkışlar göğü deldi.
o gidenler, yerlerde sürüklenenler, emir verildiği için acı çekenler, o ölenler. size saygım sonsuz. emeğinizin hakkını ödeyemem. o ağaç, o park, o yeşil.
ömrü hayatımda en azından en çoğuna gezi eylemini gördüm, yaşadım. biz hep beraber yaşayabiliriz onu bir kez daha, binlerce kez daha öğrendim. biz ve siz diye ayrıştırmayı birileri yarattı. bende öteki yok ki.niye onlarda var?
unutursam kalbim kurusun.gezi herkese ders olsun. özgürlük dünyanın en güzel kuşu, "öteki" ile beraber. ölen o çocuklar.....ah ölen o çocuklar. vebali gereğine...

4 Mayıs 2014 Pazar

ayça ve zeynep since 1990:)

sabah 06:00 civarı uyandım, her zaman dinlediğim radyo eksen çok sert geldi ben de trt fm'e dönüp klasik müzik dinlemeye başladım. 07:00 gibi haberler başladı, hala dinliyorum, dümdüz bir ses vıdı oldu, zıdı oldu diyor. adamın sesi kötü değil ancak o kadar belli ki görevini yerine getirdiği. benim gibi sadece işini yapıyor o kadar belli. ruhu kalmamış katacak. sonra hayatımın kadınlarından yazmak istedim.
dün gece kadimlilerimle çok güzel bir gece geçirdim. biz çok görüşmeyiz, günlerce birbirimizi aramadığımız olur. ancak ağacın kökü gibidir dostluğumuz, sağlamdır, zemine geniş şekilde yayılmıştır, derindir. kopmaz, uğraşsan olmaz.
genç yaşta sarıldık birbirimize, sonra bırakmadık, kimsenin içinden gelmedi, içimiz kaynaşmıştı bir kez. bir o kadar farklı bir o kadar aynı olduk. yargısız...birbirimize sevgimiz hep öyle oldu. beraber hep çağladık, ergenden devrildik kocaman kadınlar olduk. çok yaşadık, değişik yönlere gittik, birbirimizden gitmedik. yan yana çok eğlendik büyümemekten. hala eğleniyoruz. bir araya gelince zamansız, yaşsız oluyoruz. kelimeler akıyor, bitmiyor bir de.
grimiz de oldu pembemiz de. hiç bir konuyu bitiremedik şimdiye kadar, hep başkasına zıpladık. hiç bir konuşma tamamlanamadı, hiç... ama herşey anlatıldı aynı zamanda. işin sırrı burada kendi dilimiz var bizim:) yereriz de diğerini gerekirse, diğeri dinlerse, dinlemezse...hiç dert değil, gönlü üzülmesin yeter. bu kadarız işte gönlümüz ve vicdanımız kadarız, açık, olduğu gibi. işte tam bu yüzden öyle güzeliz ki o kadar olsun. biz yıllardır birbirimize sarılıyız. ömrümüz olduğu sürece de sarılı olacağız. daha neler neler...
bu iki kadın hayat taşımda iyi ki var. hayat hikayesi onlarla, varlıklarıyla pek güzel.

3 Mayıs 2014 Cumartesi

bakış

bir bakış ne kolay çözer iki kişi arasındaki buz kalıbını, ne güzel anlatır özlemi, merakı, hatta öfke ve kızgınlığı. iki kişinin hiç kelimesiz, gözleriyle kendi alfabelerinin oluşturduğu kelimeleri konuşmaları ne kıymetlidir. iş ki kıymet bilen olsun. ne baktığını anlayan sende kalır hep. ışık olur sızar içine, o aydınlığı saklarsın.

23 Nisan 2014 Çarşamba

görece

bir kez daha fark ettim ki herkes anısını kendine göre hatırlıyor ve yaşıyor. sen o anda kırılmışsın mesela, o başka şekilde yaşamış, çoşkuyla anlatıyor. bir an var ikinizde ortak, ortağınız var, ama hissiyatınız aynı değil. bunca yıl sonra daha başka bakabiliyorsun, onun dilinden coşkusunu dinleyebiliyorsun. vay be değip kendi kayıtlarında nasılmış bakıyorsun. yaktığı anı ve anları da unutmuyorsun, yaş alınca bunları öğreniyorsun, yaşamak lazımmış diyorsun. yaş almak yaşanmışlığın getirdiklerine daha bir normal bakmak zaten.ama zaman lazım, o geçmeden zor bazıları. anılar çok görece.

18 Nisan 2014 Cuma

plak

kimilerimizin hayatı bozuk plak gibi. aynı noktalarda tekrarlayıp duruyoruz, takılı kalıyoruz, hep benzer dertlere sürüklüyoruz kendimizi. plak dönüyor, hep aynı nota ve aynı anlamsız seste. bizim başımız dönüyor, yüreğimiz burkuluyor, acılanıp, tövbeleniyoruz ancak vazgeçmiyoruz.  iğneyi en başa koyup tekrarlıyoruz, aynı plaktan başka ses çıkarmasını bekliyoruz. bu sırada çiziklerimizin sayısı artıyor, derinleşiyor, çiziklerle yaşamayı öğrenip yine de aynı döndürüyoruz, oysa çember belli, başı sonu belli.

çiziksiz plak olmadığı gibi insan da olmaz. sadece, aynı çiziklerin üzerinden gidip derinleştirmenin anlamı yok. daha derin olunca daha iyi bozuk çalmıyor.

13 Nisan 2014 Pazar

5 Nisan 2014 Cumartesi

kimsesiz saatler

sabahın bu saatlerinde  pencereden içeri yansıyan ses azalır, sanki arabalar, insan, yaşam yok olur. donuk bir hal  bürür hayatı. biri "aa" dese ödünü koparacak sessizlik hakimdir.öğrenciliğimden beri severim bu saatleri. kimsesiz saatleri severim. pencereden kafanı uzatıp baktığında insanların ne yaşadığına dair yorum yapabileceğin çok fazla ışıklı ev yoktur bu saatlerde. yapacak bir şey yok gibi görünse de, başkalarına dair hayallere kapalı gibi olsa da, insanın içini, hayalini, kendini  sessizlikte büyüten saatlerdir bunlar. hayallenme ve yüzleşme saatleridir. ne gece ne sabahtır, kendin saatleridir.
biraz sonra martılar ve kargalar kendi şarkılarını söylemeye başlayacaklar, gerçekten çirkin sesleriyle. fakat o çirkin sesler de nasıl yerleşmiştir yaşamımıza. :) çirkin de güzeldir. hepsi görecedir.
hayatın mecburiyetlerinden çok yaşayamıyorum artık bu zaman dilimlerini, ancak geceye inancım baki, gece yalın ve gerçek, gece içine çekilip tutulası, gece yaşanılası, kalınası...
ezan okundu, kargalarla martıların zamanı geldi:)
 

across the universe dinleyin:)

2 Nisan 2014 Çarşamba

sanrı

seni özlemek daha güzelmiş,
rötuşlanmış fotoğraf gibi hatırlıyor ya insan o zamanları.
güzel haliyle.
renkleri kendince uyum içerisinde,
bir bütün olarak ve ahenkli.
anları dondurduğun fotoğraflarda olduğu gibi...
yaşarken.
caddebostan,istanbul,2013

31 Mart 2014 Pazartesi

bakış (the look)

İki gündür aklıma gelip duran:
"ben feleğin şu çarkına çomak sokarım,
ben feleğin tekerine çomak sokarım."
dönüyor da dönüyor. şarkının diğer dizeleri sanki yok.
bugün bir ara da "bu da gelir bu da geçer" söylerken buldum kendimi.
çuvaldız var bir de batırmamız gereken, şu aralar biraz yandaki arkadaş gibiyim, "mazaretim var asabiyim ben."

foto:8 nisan 2013,bostancı,istanbul

26 Mart 2014 Çarşamba

bulut dünyası







bazen gökyüzü koşar, gök bulutları, bulutlar güneşi kovalar sanki, bulutlar her baktığımızda başka hikayeler sunar girdikleri şekillerle. kimi zaman güneşi elinde tutan bir kadın olur, kimi zaman bulutların üzerinde dinlenen biri... kah sevişir tek beden olurlar, kah ayrılıp öpüşürler. güneşle saklambaç oynar, birbirlerinin ardı sıra döne yuvarlana yol alır, göç etmekten hiç vazgeçmezler. bazen üstlerine konup onlarla gezmek, heyecanlarına ortak olmak istersiniz. 
çocukluktan kalma hayal dünyanız size geri gelir, bir süre masal aleminde gezersiniz.
ümraniye, mart 2014

19 Mart 2014 Çarşamba

15 Mart 2014 Cumartesi

sümbül

belki bir gün pembe sümbüller gibi açar ve mis kokarız beraber,
belki bir gün aynı ormanda aynı pembe oluruz, tonları farklı...
tonların farklı olmasına aldırmadan yaşarız.
belki bir gün barışırız sümbül olmayanla..pembe olmasın da mor olsun
tüm çiçekler güzeldir deriz.
belki bir gün gerçekten sevmek ne biliriz...

12 Mart 2014 Çarşamba

fidan

çizim zaten yazdığı üzere karga mecmua.

alakasız, hiç de sevmediğim bir reklamda dinledim bu şarkıyı. yıllardır bir çok kanalı izlemiyorum, arada izlediğim bir kanalda da (reklam veren memleket kanalı olarak) rastlamadım buna. bugün berkin için tv izlerken yıllar sonra, reklam arasında çaldı şarkı, çevreci olduklarını belirtmek için kullanıyorlardı (markayı tabii ki hatırlamıyorum). bütün bunlardan önce arkadaşımın kızına bu şarkıyı öğretme hikayesini ve ne kadar güzel bir şey öğrettiğini düşündüğümü hatırlattı şarkı...arkadaşım dediğim o pek sevgili dostum,  yeşilin kıymetini ergenken bile çok iyi bilirdi, kızına da o kadar erken yaşta öğretmesi pek hoşuma gitmişti.ben yeni anlamaya başlamıştım yeşilin büyüsünü. bütün bunları çağrıştıran, bildiğiniz, hiç anlamını bilmeden ezbere söylediğiniz "tohumlar fidana" çocuk şarkısı, 
bence artık anlamı çok büyük...
"Fidanlar ağaca
Ağaçlar ormana
Dönmeli yurdumda"
insan olacak fidanlar, ağaç olacak fidanlar...ormana dönmeli..dönmeliydi....
bütün bu fidanlar betona dönüştü, ya da soğuk mezarlara.
"Bir tek dal kırmadan
Ormansız kalmadan
Her insan bir fidan
Dikmeli yurdumda"

içim kurudu, umudumla eşleşti.
ne zaman ki insan olacak fidanlar, ağaç olacak fidanlar, kendiliğince, özgürce hep beraber büyüyecek... içim o zaman canlanacak.


11 Mart 2014 Salı

berkin...ekmeğin kıymetlisi

sabah nispeten geç saatte haberini okuduğumda dünyanın tüm sevimsizliği üzerime çöküverdi. 16 kilograma düşmüş bir bedenin çekip gitmesi daha gerçek ve olası gelmiş olsa da, uzun süreden sonra ilk defa yalana kanmak istemiştim. bu çocuk sanki onca gidenin, onca olanın ardından hepimizin umut ağacı olmuştu.
o uyanınca, dünyanın güzelliklere uyanacağını, sihirli değnek dokunmuşçasına insanların yüreklerinin iyilikle dolacağını, insanların birbirini daha iyi anlayacağını mı sandık?
o uyanınca, o ya da bu yüzden canından edilen, tarihimizde yer alan, okuduğumuz, tanık olduğumuz nicelerinin devamı gelmeyecek, bitecek mi sandık?
berkin uyanırsa tarih tekerrür etmeyecek mi sandık?
o uyurken hiçbir şeyden habersiz, çok mu varsaydık? çok mu yüklendik?
hepimizin kalbinden ve aklından geçti bolca, hatta kaldı çoğumuzda, kaşlarının örttüğü yüzü aydınlansın, açılsın istedik. daha çok ekmek alsın, büyüsün, gitmişlerin yerine de yaşasın istedik…bari biri…
ayağa kalksaydı da unutsaydık onu. yıllar sonra bir yerde çıksaydı “ aaa evet bu çocuk hastanede 268 gün komada kalmıştı” deseydik.

bir çocuk ekmek almaya giderken canından edildi, yine bir genç bir hiç uğruna gitmiş oldu, unutamayacaklarımız listesine eklendi, yüreğimizi burktu.
hayat devam edecek biliyorum, daha neler var onu da biliyorum.
bilmek yetmiyor, zaten açıklamıyor da.
olan “ölüm allah’ın emri” hali değil, ölüme karşı en çok sığındığımız, koynuna yattığımız, doğal saydığımız söylem hali değil… olan bilmediğimiz allah’tan değil, emrin de kötülüklerin de bildiğimizi zannettiğimiz insandan gelmiş olması.
olan bir çocuğun hayatına perde çekilirken, perde arkasında kalması ve saklanması gerekenlerin pişkin hallerde ortada dolaşması.
bilmenin yetmediği yer tam da burası.
hem içimiz, hem umudumuz kanıyor çocuk. 

çizim derya sayın. tivitirdan alıntı.kendisinden izin almadan kullandım, kusura bakmaz dilerim. 

10 Mart 2014 Pazartesi

koku

her anının, her insanın kendine has kokusu vardır. kimi uçar gider, kimi yer eder. kokusu bizde kalan insanlar, hayatımıza, kendimize, içimize hapsettiğimiz insanlar mı? burnumuza yapıştığı gibi yüreğimize de mi yapışıyor?

9 Mart 2014 Pazar

hep ve en çok ağaç fotosu olacak burada sayın okuyucu:) eminönü'ne gittim cumartesi sabah, nice zaman sonra, çok yağmurlu ve gri bir gündü, biraz güneş olsa size güzel bina, insan, başka ağaç fotoları da sunardım, kısmetten ötesi yok. yürürken bu ağacı gördüm duruşu hoşuma gitti, attım şemsiyeyi çektim bir kaç fotosunu, sonra oynadım tabii renkleriyle. böylesini yakıştırdım kendisine. kuş yuvası da var üstünde, insan yapımı, buradan belli olmuyor. insan aklıyla ağaca hikaye yakıştırmak benimkisi....ağaç hikayelerinin tutkunuyum. dalları ne çok şey anlatıyor değil mi?

rip portishead

notaların kanatlarına binip uçar mısınız? ben uçarım. ruh halime göre bir ya da birden çok kişiye, yere, anıya doğru. yolculuk zamanda ya da anda bir yerde olur. hep yolculuk olur, severim gitmeyi.
bazı şarkılar daha yüksekten uçurur üstelik, portishead rip gibi...
"wild, white horses
they will take me away
and the tenderness i feel
will send the dark underneath
will i follow?"



6 Mart 2014 Perşembe

erkan oğur

arada derede erkan oğur mor dağlar dinledim, dinledim ve dinledim, hala dinliyorum. erkan oğur oralardayken bana en çok neyi özlediğimi hatırlatır, hemen her dinlediğimde gözümü yaşla doldururdu, hala öyle. adam hüznüme uygun:)  ne de güzel dokunur gitara, ne güzel yorumlar türküleri.
memlekete döndükten nice sonra konserine gittim, pencereden kar geliyor'u canlı söyleyemezmiş öyle kolay kolay, yanında çalan kişi kırmadı bizi söyleyecek dedi, başladılar çalmaya, ilk dizeleri söyledi, sonra ağladı, ben de ağladım, bilirsiniz belki dizelerini, der ki:

"pencereden kar geliyor aman annem 
gurbet bana zor geliyor aman annem
gurbet bana zor geliyor, ben öleyim..."

gurbetin garip yakıcılığı vardır. iyisindir orada ve hep eksiksindir. tam olamazsın. ben gurbette değildim o zaman, kardeşim gurbetteydi, bir sürü ruh hali aklımda, yüreğimde, gurbete gidene, gurbette olana dair..mesela biliyorum kardeşim hiç dönmeyecek...mesela buydu beni ağlatan, anlamak ve farkına varmak, hep hasret olacağını bilmek.gerçek ne acayip.
hep gurbet var hayatımda, hayatımızda.
her ne kadar pencereden kar geliyor hikayesi anlatmış olsam da,
mor dağlar diyorum, daha iyisini bulamadığım için de bunu sunabiliyorum. 

denk
denk düşme anları..birbirine denk düşmenin mutluluğu. haliyle inancı.
o tutuğun elin sana dünya gibi gelmesi..ne güzeldir, yüzüne gülücük kondurur sadece düşünürken bile.
tesadüf, kimilerinin olmadığına, kimilerinin hayatı belirlediğine inandığı..adı belli hissettirdikleri farklı olan kelime.
hayat getirip önüne koyuyor bazılarını, tesadüf ya da değil.
aslında ne tesadüfü, ne denkliği düşünmek lazım belki,
bir sonraki anın garantisi hiç yok ki, kurup durup mutluluğumuzu kuruttuğumuz düşüncelere gerek yok.
elin elimdeyse ötesi yok, şu an..
bir sonrakini düşünecek kadar çiğ haldeyiz hala insan evladı olarak.

3 Mart 2014 Pazartesi

pazar esintisi

güzel bir pazar yaşadım, çok eğlendim kendimce kendimle iken. hep sıkıntı anlatmayalım. hava güzeldi, kalktım sahile gittim, yürüdüm, sadece bu fotoyu çektim. yine insan yine insan, ne çok insan dedim, yoldaki kedi köpekleri sevdim. sahilden yukarı yürümeye başladım, daha önce görüp beğendiğim bot indirimdeydi ve hala  çok güzeldi: hemen aldım tabii.didem'in değimiyle tipik özgün botu aldım. ben botumu çok seviyorum:) o hizada başka bir mağaza daha var, değişik, güzel şeyler satan, kapatıyoruz yazıyor diye daldım, kıyafetlere bakarken söylediklerim mağaza sahibini güldürdü, ne kadar iyi enerjiniz var dedi, anlar ne önemli izlenimlerde, yolda yürürken görse belki sinir olurdu bana.
neden kapatıyorsunuz diye sordum, toptancıyız perakende olmadı dedi, konu konuyu açtı, geldik yurdum ekonomisine, oradan buradan bir sürü müşterim var, çok rahat olanlar bile artık kartın kesim tarihini beklesek olur mu demeye başladı, para yok dedi. oradan bir başladık sohbete, kıyafetler masanın üzerinde biz hararetle konuşuyoruz. o sırada bir kadın geldi, belli, muhabbeti var mağaza sahibiyle, bilmem kime uğradım çok üzgün, dükkanı kapatıyor dedi. pek çok dükkan kapatıyor ya da iş değiştiriyormuş. onun dediğine yorum yapınca muhabbet büyüdü, nasıl kaynaştık, ne konuştuk, ne güldük, eğlendik ve ne ağladık çaktırmadan. 
sonra gelen kadın kuaförmüş, bana sen ikizler misin dedi:) burç vardır yoktur, mevcut olanı bildi. evet dedim ikizlerim, mağaza sahibi hiç öyle düşünmezdim, yalanım yok ikizleri de sevmem dedi, seveni yok ki dedim:) sizi çok sevdik, saçınıza bir şey yaptırmanıza gerek yok, kahve içmeye gelin dedi kuaför olan. gelirim dedim, bir sarılıp öpüşmediğimiz kaldı. çok severim böyle sohbetleri, bir anda kaynaşır, paylaşır olay yerinden mutlu ayrılırsınız, yeni şeyler öğrenmiş olarak. burada ben biraz da alışveriş yapmış olarak döndüm eve :) esas almayı düşündüğüm istanbulkart ise unuttum.
arkadaşım uğradı,iyi oldu az da olsa görmek. yemek yaptım, çamaşır yıkadım. bir daha çıktım dışarıya, gittim en sevdiğim büfeye( istanbul'a geldiğimden beri en sevdiğim büfe) istanbul kartınız var mı dedim, seninkine ne oldu dedi, firarda sanırım dedim, yeni kartı aldım. bu kalır işallah dedi, hayatımız işallah maşallahla zaten dedim, güldü, doğru dedi. ortaokulda mizah dergilerini bu büfeden alırdım, müdavim müşteri olunca sohbet de güzel oluyor. 
eski komşuma uğradım, sabriye teyze'me, bir kahvesini içtim. anılarını dinledim, gitme ne varsa beraber yiyelim dedi, yok dedim gitmem lazım. sevdim anne babamı hatırlatan o halini, her zaman olduğu gibi. 
peynir almışım fazlaca, börek yapayım diyerek yufkacıya gittim, oradaki amcalardan biri bizim iş yerinin servisini de yapıyor, onunla da sohbet ettik, yufka açan diğerleri bizim muhabbete kulak kabartıp güldüler, onlara bol bereket dileyip yine geldim evime..kimin yiyeceğini bilmediğim böreği yaptım. iş yerinde sevdiğim üç beşe paket yaptım sonra.
fazla sosyal bir böcek halinde dolandım durdum işte orada burada. 
yarın pazartesi, olsun, çok mutlu bir pazar yaşadım gerçek insanların içinde, güldük ağlanacak halimize, iyi bir hafta olsun.

2 Mart 2014 Pazar

aklıma takılan

mehmet erdem, herkes aynı hayatta....

bugünlerde babamın “size haram para yedirmedik” demesi sık sık aklıma geliyor. çocukluğumdan beri duyarım, dürüst olmak, hak ve haram yememek, çalışıp kazanmak kelime ve gruplarını çeşitli cümleler içerisinde duymuş olduğum gibi, böyle büyüdüm, böyle yerleşti kafama. ne din ne ahlak öğretisiydi, olması gerekendi. bugün hala olan aile dostlarımızda da durum farklı değildi, insancıl, kıymet bilen, çalışıp kazanmak dışında bir şey bilmeyen hatta dürüst oldukları için o zaman bile başı belaya girmiş bir tomar insan, böyleydi bizim köy, çalışan, güzel yürekli bir grup güzel memur insandan oluşuyordu.
henüz hak-haram kavramlarını çok da bilmediğim dönemde memleket özgürleşmeye başlamıştı, kardeşimin doğduğu yıllar. liberal rüzgar esiyor, yokluk varlığa dönüşüyor, yoklar çok oluyordu, ne güzeldi kimilerince... ancak insanların ruhunu, etik ve ahlak değerlerini de gevşetmişti bu birden gelen özgürlük.biz büyüdük az biraz bu sırada..öğrendiklerimizle yaşanan çatışmaya başladı. baştakilerin kendileri olduğu kadar yakın akrabaları da zenginleşmeye başladı. o zaman sadece bir iki haber kaynağı olan basılı kağıtlardan okuyorduk olanları, çok anlamasak da yıkım başladı içimizde, erdem, şeref, namus, hak kelimelerinin çoklu ve yoklu anlamlarını öğrenmeye başladık. demek herkes çalışıp kazanmıyordu.
zamanla...zenginleşen kesim yüzde olarak azalırken, kendi içlerinde zenginlerin kazandıklarının yüzdesi arttı. yol, hastane vb. yatırımları kendilerine döndürdüler, fayda maksimizasyonu yaptılar. onların kazanç eğrisi hızla yükselirken bizim umut eğrimiz aşağı doğru seyretmeye başladı.
yine de umut vardı. giderlerdi, böyle olmazdı, hak-hukuk vardı.
gel zaman git zaman masal güzelleşmedi. hiçbir zaman bilmediğim ırk, din ayrımları da çıkmaya başladı, ne vardı o benimle aynı mezhepten, ırktan değilse? ötekileştik, kategorize oldu insanlar. biz (ben ve türevlerim)  o sırada hala tarih kitaplarından okuduklarımızı gerçek sayıyorduk, alternatif kaynağımız da yoktu, bir şeyler bilen ailelerimiz de sessiz modundaydı, yaşadıklarından sonra zarar görmememiz adına. özgürleşmeden önceki memleket tarihi de masum değildi ki, acılıydı bu toprak başından beri.
çok zenginleşenlerin de yardımıyla zihinler iyice fakirleştirildi. din aracı kurum oldu, insanın maneviyatı ile oynama kurumu. inanç sömürüldü, sömürüldükçe sorgu azaldı.
biz daha da büyüdük bu arada, zihinlerin, insanların çaresizce nasıl küçüldüğünü gördük. anne babamız maaşının büyük kısmını vergiye bağışlarken onların dört katını kazanan, kazanmamış gibi gösterip vergi ödemeyerek ruhu ve cebi rahat yaşayan insanlara tanık oldum(k). fazla normalleşti çalmak, fazla değersizleşti iyi ve dürüst olmak. kuşak olarak tam tutunamayanlar olduk, düzlükte büyümüştük, karşımıza gelen çok virajlı, kıvrımlı, dansöz bir hayattı. biz başka tarlada büyüdük demeye başladım.
uzatmayacağım (uzatabilirim zira bol miktarda alt başlık var yazabileceğim)...geldik, vardık bugünlere...geçmişlerin ruhlarına bela bir dua ile.
helalden bahseden haramı azamide yaşıyor. meşhur, sürekli belirtilen yüzdeler sormuyor hiçbir şey. sormayı seven bir toplum değiliz ki. zaten unutturulmuş bir kavram. neden başka birisinin kendi adlarına karar vermesini bu kadar çok istiyorlar? neden bu kadar çok inanmak ihtiyacı içerisindeler? neden üstün ırk ve din hallerindeler? allah'ı neden harama bu kadar ortak ediyorlar?
son yılların en sıcak mevsimi derler ya, son yılların en depresif mevsimlerini yaşıyoruz. ardışık sayı gibi peşi sıra geliyor, seri depresif haldeyiz bir kısım.
çok dağınık yazdım, biliyorum.
sonuç olarak ne matematiği yeniden öğrenebilirim ( 30'u 0 sayamam) ne doğrularımı eritebilirim. özünü gömemiyorsun, gömüp üzerine toprak atamıyorsun.
umutsuzluk eğrim durmadan yükseliyor, okuduğum iktisat da yalan. bu memlekette bildiğin her doğru yalan.
“size haram para yedirmedik” diyen babam doğru.
her gece yattığında iyi ki yaşadım demek, aldığın nefese şükretmek doğru.
bu kadar mal mülk peşinde koşmak, kendi zevkin peşinde koşarken hak yemek, zannımca çok yanlış.
o hep sığınılan dinler...zannımca daha da yanlış. başka birinin söylemesine gerek yok, iyi ol, bu kadar basit.
özgürlük bu toprağa, bu toprak da bana ağır.
"herkes aynı hayatta, kendini bir şey sanma."








1 Mart 2014 Cumartesi

ben

ben ve kendim fotosu, diyeceklerimiz var da zamansızlık yaşıyoruz.yazacağım kafamdan geçenleri daha sonra...bu foto, kadıköy'e giderken minibüste  kendi müziğimi dinlemeye çalışırken, binalara bakıp bakıp biz ne mok yiyeceğiz türevleri düşüncelerle sıkılma hallerinde olan halim..istanbul sen hem cennet hem cehhenemsin .memleket, sen direkt damardan acısın. 

24 Şubat 2014 Pazartesi

i never thought we'd meet

dinlenesi...


O Crown of Light, O Darkened One
I never thought we'd meet
You kiss my lips and then its done
I'm back on Boogie Street
A sip of wine, a cigarette and then its time to go
....
I'm what I am, and what I am is back on Boogie Street
And O my love, I still recall the pleasures that we knew


22 Şubat 2014 Cumartesi

hayal mi? gani gani



2010'da bir pazar günü arkadaşımın teknesi ile marmara sularında yapılan günlük yolculuktan bir kare. deniz ve adalar... dahası yok, bana yok:) aklımdan geçene yakışır dedim paylaştım. aklımdan geçen ise:
hayal mi? gani gani...
hadi gidelim eşi dostu toplayıp şu olmasını istediğimiz ama neresi olduğunu bilmediğimiz yere.özgür bi nefes alalım ve öyle kalalım. adalara uğrayıp serin sularda kulaç atıp dost teknesinde dostça kalalım. 
tuzlu kalmak tek derdimiz olsun. 
sessizce ve hep beraber ve özgür. çok dokunmadan...çok yargılamadan. çerçevesiz, sınırsız ve doğal. sen nerelisin olmasın, o neresiyse onun bir önemi olmasın. hepimiz "oralı" olalım çok gerekiyorsa. dinsiz, ırksız, yargısız yaşayalım ve kalalım. nefes almaktır yaşamak, özgür olmaktır, yalansız, haramsız olmaktır unutmayalım. güneş her gün doğar ancak gerçektir ki her gün farklı doğar, bunu bilerek her gün doğuşunu ve batışını izleyelim, şükredelim anı yaşamanın keyfine. şükretmeyi bilelim. 
işte.. o istediğimiz yeri bulalım ve gidelim. orada kalalım, o diğerleri kendi bildiğince yaşasın, biz kendi tarlamızda kendi ekinimizle yaşayalım. 
hayal mi? gani gani...
her geçen gün çok daha fazla sıkılıyorum bu fani dünya saçmalıklarına. vakti çok sayıyor ya da hep yaşayacağız sanıyor bazıları sanırım. geldik gidiyoruz, kafanı kaldır da ağaçlara bak, denize, gökyüzüne, bulutlara, doğa ne güzel...bir bak. güç sandığı ve uğruna yaptıkları ne acıklı insanların...sistemde bir gerizekalı gibi görünsem, yüreğimin inandığı hiç gerçekleşmeyecekse de, olsun.ütopyalar güzeldir:)
hayal mi? gani gani...
hadi gidelim....

ne güzeldir yollarda olmak şimdi

2007 yeni zelanda'da yollarda iken

en ilk gençliğimden, yani ergenliğimden:) yeni türkü yorumuyla bildiğim mamak türküsü..(o zamandan beri ne çok severim)  dizelerinin kime ait olduğunu yıllar sonra öğrendiğim kemal burkay şiiri...müzik kutsal çok anlamda,dizelerin kime ait olduğunu bilmesen de içine alıyorsun, gönlüne hitap edince sormuyorsun başka birşey,müzik benimsetiyor. kemal burkay'ı bilmeden dizelerinde kaybolabilmişim o kadar genç halimle,kaybolabilmişiz ya da (öyle bir grup gençtik)...40'a az kala yaşımda da hissimde değişiklik yok, dinlediğimde kayboluyorum. ya büyümedim ya şarkılar eskimiyor. ya da yollarda olmayı sevdim hep, gitmeyi... ne güzeldir yollarda olmak şimdi...mamak ve gerçekleri ise..

Mamak Türküsü

Geldiğimizde otlar yemyeşildi
Ve kuzeydeydi güneş
Kömür deposu boşaldı işte
Mamak’a sonboahar geldi
Güneş altında tutsaklar
Geçen sonbahara bakıyorlar
Şirin mi şirin gecekondu evleri
Samsun asfaltında otomobiller
Ne güzeldir yollarda olmak şimdi

19 Şubat 2014 Çarşamba

an

bu gördüğünüz anı ve şu an burada yer almayan diğerlerini yakalamak için çok bekledim.beklemeyi ve güzelliklerini de zaman ve akıp giden yaşlarım boyunca öğrendim (sabırsız bilinirdim). doğa gibi nerede ne yapacağı beli olmayan hayat öğretti beklemeyi..iyi etti.
doğanın hırçın halini sabırla izledim, ona hak verdim her patlamasında, içim gibi geldi memleket hallerini düşündükçe, patlamak gerekli. içine attıkça daha da büyüyor kusma isteğin, en azından doğa patlamayı biliyor. aynı zamanda, romanlarda okuduğum, filmlerde izlediğim balığa çıkmış adamları, onları bekleyen, en başında kadınları düşündüm çekmek istediğim anı yakalamayı beklerken.. insanlar neler yaşıyor? ben neler yaşıyorum? şimdi sen denize açılıp ekmek parası kazanmaya çalışan o deli gönüllü insana hayatındaki hangi olmazdan bahsedebilirsin dedim...diyemezsin.. kedi kıçını görünce yara sanarmış olur. bilinmeze karşı giden cesurdur. ne denizin ne rüzgarın yapacağı belli olur. bütün buna rağmen onlara karşı gidenler ise...keşke daha çok olsa der ve pek sevdiğim adamlardan özdemir asaf ile son derim.
"deniz dalgalı...durulmasını bekleyorlar. açılmak için..bunlar akllı kişiler.
deniz dupdurgun iken açılmışlar. dalgalar çıkmış ..boğuşmuş, bitkin dönüyorlar...değerli kişiler." özdemir asaf

17 Şubat 2014 Pazartesi

dans

ağaçlar çıplakken daha güzeldir. danslarını görür, fısıltılarını işitir, hikayelerini dinleriz. 

11 Şubat 2014 Salı

ayna ayna...

şehrin çirkinliğine güzellik katan gök-ümraniye

talking clouds-muhabbet bulutları

gidebilirim.
gidebilirsin.
birbirimizden gidebiliriz,
ayrı yönlere dağılıp, dönüp, çemberin aynı noktasında durup, beraber devam edebiliriz.
aynı yöne gidip, birbirimize uzaklaşıp, teğet hayatlar yaşayabiliriz.
ya da an'da böyle kalabiliriz. 

10 Şubat 2014 Pazartesi

geçen sene (2013) ocak ayı..ne işim var idiyse, beşiktaş'tan taksim'e gideceğim. hava soğuk, kar var,yürüyorum, dolmuşa bineceğim.yürürken arada parkımsı birşey... orada gördüm bu kadın ağacı. pek de sevdim, ağaçlara aşığım, isimlerini cisimlerini bilmem, duruşlarının hastasıyım. hayat gibiler. bu kadın ağaç da hayatın izi işte...bedeni zarif, teslimli, kolları güçlü bilinçli, yüzü dönük kim bilir neye karşı...yaşam dolu, kadın canlı canlı yaşar hayatı.. kadın yüreği köklüdür. en az bu ağaç kadar güzeldir. 

9 Şubat 2014 Pazar

uzun uzun dünümü anlatayım..
taksim’de işim vardı, çıktım durağa gittim, toplu taşımacıyım ben, güneşli güzel bir gün, arabalar karmaşa içinde sağa sola gitmeye çalışıp pek gidemiyorlar, çirkin çirkin sesler çıkarıp günü bölüyorlar. durağımızın kedisi de bankta uyukluyor, güneşten nimetleniyor, bizim durağın hep bir kedisi olur, bu tüyleri yüzünden şişko görünen gri bir tekir, daha önceki siyah beyazdı. bir baba oğul geldi, çocuk kediyi sevmeye başladı, o sırada yaşlı bir amca geldi oturdu. 




çocuk kediyi severken çok heyecanlıydı, babası bir şey demedi, sevindim, aman kedi var, tehlikeli, yanaşma hallerinden hazzetmiyorum. annesi olsa belki izin vermezdi diye düşünmeden edemedim, babalar cinsiyetleri gereği daha sakin bu tip konularda, kadın kadar kurmuyorlar, allah'tan ve iyi ki. başka bir yaşlı amca geldi hem çocuğu hem kediyi sevdi, durak kendi içinde ilişkiler üretmeye başladı. o sıra geldi benim otobüs, bindim yerleştim, bir teyze gerginlik yarattı, yanında oturan kadına ama siz sonradan geldiniz dediğini duydum, kızcagiz onun yanındaki boş yere oturmak istemişti, sorun da bu.aman be insanlar dedim, gereksiz haller peşindeyiz. kitabımı okudum, sonra şişli civarı attım kendimi otobüsten, aklımda kalan yeşil yarım botu bulma umuduyla, bulamadım. böyle zamanlarda, yani hafta sonunda yeme düzenimin kalmadığı, bu yüzden kan şekerimin yere düştüğü zamanlarda pis şeyler yemeyi severim, hak görürüm. çok uzun zaman sonra burger king’e girdim. insan kendini burger king’de yabancı hisseder mi? hissettim. Bilmediğim dilde konuşuyorlardı  sanki, kids menünün şu kampanyası var ya, onu istiyorum, yanına da bir tane hamburger, o zaman ne kadar oluyor? bununla alınca şu da ekleniyor mu? o zaman ne kadar oluyor? o kampanya bu kids menüsü…o kadar uzak bir dünya ki burger king menülerine dair bu kadar çok seçenek olması?? ilginç, hiçbir fikrim yok. herhal ondan yabancı hissettim, orada da karmaşık konular varmış. öğrendim, seneye başka bir şubede pis yemek yeme hakkımı kullanmak üzere yedim ve ayrıldım, ya da kaçtım. insan çokluğu fenalığı yaşadım. yollar kalabalık ve kalabalık, düz yürümek mümkün değil, o mağaza senin bu mağaza benim diyerek gezi parkı’na geldim, ey yüce park dedim hep dediğim gibi, her tür ruhunu içime çektim, sevdim yine onu ve yaşattıklarını. ağaçların fotosunu çektim. aşağıda görüleceği üzere, kendi gibi olanı, oynanmışı..işte ağaçlar,güzeller







insanları inceledim. t.ma ve p.lis gözüme çarptı, artık meydanda oluyorlar evet..fakat fazla geldiler. sonra aklıma geldi akşam internetime dokunma için toplanılacaktı….meydana uzaktan baktım, insan seli vardı. işimi hallettikten sonra yürümeye başladım,  amaç indirim zamanı olduğu için mağazalara bakarak karaköy’e gitmek ve sonra vapura atlamak. p.lis sayısının arttığını gördüm, sağa sola dağılıyorlardı, fransız kültürün yanındaki sokak kendileriyle doluydu, akşam eğlenceli olacaktı yine çok belliydi, ilerleyince bir sonraki sokağın da dolu olduğunu gördüm. bu esnada bir kez daha karar verdim ki istiklal’de ayık kafa ile yürümek oldukça güç, daha ne kadar insan olabilir? ve her milletten... arapça mı konuşuyorlar farsça mı hallerine de girdim. meydan tarafından yürüyüşün başladığını gördüm, eğlenceye dahil olacak mıydım acaba? alışveriş merkezinin oraya geldiğimde karaköy tarafından gelen grupla karşılaştım, ben de bağırdım arada dayanamadım. odakule civarında mağazadan çıktığımda ambulans sesi duydum, içim fena oldu, polislerin de oraya doğru toplandığını gördüm, bir kısım olanları izliyor, ne yapacağını bilemeden duruyor, bazıları hızlı hızlı yürüyordu, bazı mağazalar kepenk indiriyordu, karmaşa...tivitir vs ye de bakmadığım için ne olduğunu bilmiyordum, bu manzara anlamama yetti, yanımda atkı yok dedim, atsalar biberi  bere ile kapatırım artık ağzımı yüzümü değip karaköy’e doğru ilerlemeye devam ettim. sonradan okuduklarımdan anladım ki, hep bir adım peşimden gelmiş olaylar. arkadaşlara bol şans dileyip vapura bindim, kalsa mıydım demedim değil..dışarıda oturdum, kız kulesi ile köprü yine muhteşem gözüküyordu, istanbul böyle hem güzelliğiyle hem çirkinliğiyle öldürür. güzeldi kız kulesi ve köprü... vapurun dışarısı da içerisi de kalabalıktı. insanlar arasında yürümeye çalışmaktan yorulduğumu fark ettim. Sık sık tekrarlayabileceğim durum da değil, arada olabilir, her hafta o kadar insanın arasına karışamam. Yaşlandım herhal, ya da dediğim gibi ayık çekilmiyor istiklal:) ucuz bira peşinden ne pis yerlere giderdik hem de her hafta sonu diye düşündüm oralarda yürürken, (iyi ki gitmişiz hiçbir şeyde aklım kalmadı gerçekten) o ortamlardan hastalanmadan çıktıysak güçlendik kesinlikle,her şeyi yaşında yapmanın faydası belki de. mekanda yürürken anı gözlerken, hatıralar da canlanıyor ister istemez. sırf gittiğin pis barlar gelmiyor ki aklına, gerisi berisi var, yaşadığın hikayeleri hatırlıyorsun işte, mekan geçiyor, o anılar da bitiyor. o güzel. 
vapurdan indim evime gittim. en sevdiğim yere. evime girdiğimde hep şükrederim. yine ettim ve yerleştim köşeme. tabii ki küfür ettim bir sürü şeye, internetime dokunanlara mesela.